Ajans: CEKAI Yönetmen: Kota Iguchi Sanat Yönetmeni: Rei Ishii Tasarım: Yoshio Kato VFX Şirketi: LUDENS VFX Prodüktörü: Tatsuro Hayashi Ses Tasarım Şirketi: GROUNDRIDDIM Müzik: DJ UPPERCUT
Domestos, hijyenik olmayan tuvaletlerin çocuklar açısından önemine dikkat çektiği bir sosyal deney filmi yayınladı. “Okul tuvaletleri yeterince temiz olmadığında bazı çocuklar ne yapar?”. Bir sosyal deney ile bu soruya cevap vermeye çalıştılar.
2023 yılı çok hızlı bir şekilde geldi. 2022 yılında hem Dünya’da hem de Türkiye’de ekonomik anlamda büyük bir sıkışıklık yaşandı. Yeni yılda da özellikle enflasyon baskısı tüm işletmeleri zorlamaya devam edecek. Bu yıl, pazarlama alanında başarılı olmak isteyen işletmeler özellikle devam eden önemli pazarlama trendlerini takip etmek zorundalar. İşte bu trendleri sizler için özetlemeye çalıştım;
Decathlon, yeni sürdürülebilirlik kampanyasını duyurmak için oldukça ilginç bir yola başvurdu. Kampanya kapsamında Belçika’nın Evere, Namur ve Ghent kentlerindeki Decathlon mağazalarına bir ay boyunca Decathlon tabelası indirilerek “Nolhtaced” tabelası asılacak. Aynı zamanda ilgili mağazaların web sitelerine ve sosyal medya hesaplarına yeni logo eklenecek. Bu adımla “tersten alışveriş”e teşvik etmeye çalışan markanın başlıca amacı müşterilerin eski veya kullanılmamış spor ürünlerini Decathlon’a satmalarını sağlamak ve böylece ürünlerin garanti kapsamında tamir edilip yeniden satılabilmesine olanak tanımak…
Satış yapan müşteriler, yeni ekipman veya diğer ikinci el ürünlerde kullanılmak üzere 2 yıl geçerli olacak bir kupon alacak. Ayrıca dileyenler yeniden satılamayacak durumda ürünleri de geri dönüşüm için ücretsiz olarak mağazaya bırakabilecek. Şimdilik Belçika ile sınırlı olan bu hareketin diğer ülkelerde hayata geçip geçmeyeceği ise henüz bilinmiyor.
Pazarlamadaki en temel problem, pazarlamanın en ilkel halinden bu gün deneyim tasarladığımız, yapay zeka kullandığımız gelişkin evresine doğru ilerlerken, aslında hemen hemen hiç değişmedi; müşteriyi doğru tanımlamak. Bu bağlamda özellikle son yüzyılın yarısını pazarlama profesyonelleri ve akademisyenler pazar bölümleme (segmentasyon) ile ilgilenerek müşteriyi tanımlayıp, müşterilerini doğru şekilde sınıflamaya harcadılar.
En basit hali ile pazar bölümleme, markaların ilgili olduğu pazarı bölümlere ayırarak, seçilen küçük pazara yönelik strateji oluşturmayı hedefleyen yöntem olarak tanımlanabilir. Kavramsal olarak pazar bölümlendirme stratejisi, tüm pazarın farklı parçalarına farklı pazarlama programlarının uygulanması ve geliştirilmesini kapsar[1]. Dolayısıyla pazar bölümlendirme, pazardaki farklı grupların tanımlanmasını, onların isteklerinin belirlenmesini ve buna göre farklı ürün ve pazarlama programlarının geliştirilmesini gerektirir[2].
Pazar bölümlemedeki temel yaklaşım geniş bir pazarın ortak ihtiyaçlara ve özelliklere sahip tüketici alt gruplarına bölünmesi ve bu grupların ihtiyaç ve isteklerini hedefleyecek pazarlama stratejileri oluşturulmasıdır. Zira pazar bölümlemesi uygulanmasının altında yatan mantık, işletmenin pazarın her belirgin bölümünün ihtiyaçlarının ayrı bir pazarlama karması ile daha iyi karşılanacağı düşüncesidir[3].
Bu hafta, harika bir dergi için soruları cevapladım. Sorulardan biri gerçekten çok değerliydi; “Covid-19 ile tüm yaşamımız değişti peki pazarlamada neler değişti?”… Bu soruya verdiğim cevabı biraz daha geliştirerek bu yazıyı hazırladım. Keyifli okumalar…
Cavid-19 ile pazarlamadaki büyük değişimden bahsedeceksek ilk olarak herhalde dijital göç eğiliminden başlamak gerekecektir. Dijital göç, bir işin fiziki alandan dijital ortama taşınmasını ifade ediyor. Aslında kavram hiç yeni değil, ilk defa neredeyse 20 yıl önce Adrian Slywotzky tarafından ortaya atılan kavram, yeni değişimlerin yarattığı rekabet ortamlarının endüstrilerde inanılmaz değişimlere sebep olduğunu ve bu değişimlere adapte olamayan işletmelerin önemli bir kısmının yok olduğunu ortaya koymuştu. Pandemi döneminde de benzer bir durum yaşandı ve neredeyse tüm işkolları dijital ortama taşındılar. Çok doğal olarak birçok iş kolu dijital ortama taşınma hızına yetişemedi. Örneğin bankalar bu konuda çok hızlı davranırken, hediye kartı sektörü bu konuda çok yavaş kaldı. Üstelik bu değişim o kadar hızlı geldi ki, her sektörün aynı şekilde tepki vermesi mümkün olmadı. McKinsey’nin yaptığı Avrupa’yı kapsayan dijital adaptasyon araştırmasına göre, sektörler yüzde 14’lük “zıplamayı” normalde 2-3 yılda ancak yapabileceklerdi, fakat Covid-19 perakendeden lojistiğe bütün sektörler için hızlandırıcı rol oynadı. Bu dönem içerisinde tüketicilerin yani bizlerin dijitalleşmeye uyum düzeyi ciddi anlamda arttı. Aynı araştırmaya göre tüketicilerde dijitalleşmeye uyum düzeyi, bu dönemde yüzde 81’den yüzde 95’e yükseldi.
Pandemi ile birlikte, özellikle pazarlama süreçleri ve araçlı önemli değişimlere uğradı. Yeni dönemde her ne kadar yeni varyantlar sebebiyle tehlike devam etse de, aşılanan insanların yaygınlaşması ve değişen alışkanlıklarımız sebebiyle artık kapanmaların olmayacağını öngörmek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla bu yazımda sizlerle yeni dönemde bütün pazarlamacılar, nasıl aktiviteler yapacaklar neler için bütçe ayırıyorlar konularını paylaşacağım.
Hibrit Etkinlikler
Pazarlama ekipleri için müşterileri (hatta tüm paydaşları) ile bir araya geldikleri etkinlikler hayati öneme sahiptir. Bu etkinlikler (seminerler, festivaller, ürün lansmanları gibi) ile hem mevcut hem de potansiyel müşterileri ile iletişim kurar, marka farkındalıklarını arttırmayı başarırlar. Pandemi döneminde gerek kapanmalar gerekse bulaş endişeleri ile tamamen iptal edilen ya da sadece çevrimiçi olarak gerçekleşen etkinlikler yeni dönemde hibrit olarak gerçekleştirilecekler. Yani 2022 için bu hibrit etkinliklerin yeni normalin bir parçası olacağını söyleyebiliriz. Birçok etkinlik, katılımcılarına hem fiziksel olarak etkinliğe dahil olma hem de istenilen yerden sanal olarak katılma seçeneği ile sunulacaktır.
Gezegenimizde belki de son dönemlerde en çok karşılaştığımız şeyler belirsizlik, kaynakların azalması, küresel felaketler, salgınlar ve krizler olmaya başladı. Gittikçe karmaşıklaşan uluslararası ilişkiler, kaynakların azalması (örneğin tatlı su kaynakları), üretim paradoksu gibi konular hayatımızın her anında karşımıza çıkarken, tüm insanlık daha fazla iyiliğe ve güzel haberlere ihtiyaç duymaya başladı. Üstelik bu iyilik odağı kesinlikle sadece günlük hayatımızda değil, iş hayatımızda da önemli hale geldi. Tüm bu değişimler, yeni bir kavramın son yıllarda ciddi anlamda daha fazla konuşulan bir kavramı hayatımıza soktu; İyilik Ekonomisi (Kindness Economy).
Yenidünya düzeni hem çalışan hem de müşteri davranışlarını dönüştürerek iyilik ekonomisini ortaya çıkardı. İyilik ekonomisinin ardında insanın içinden gelen bir iyilik yapma güdüsü var ve dolayısıyla insanlar çalıştıkları ya da hizmet aldıkları şirketlerle daha güçlü bağlar kurabilmek için bu şirketlerde iyilik odağını görmek istiyorlar.[1]
MediaCat ve Ipsos işbirliğiyle gerçekleştirilen Lovemark araştırması markanın zihin payı, duygusal olarak yakınlık derecesi, beklenti ve ihtiyaçları karşılama düzeyi ile asla bırakılamayacak kadar sevilip sevilmediği dikkate alınarak modellenen bir hesaplama ile gerçekleştiriliyor.
COVID-19 ile birlikte hepimiz yaşam şekilleri, iş yapış şekilleri köklü ve geri dönülmez şekilde değişti. Bu değişim doğal olarak hepimizde gelecek kaygısı oluşturuyor. Son aylarda yaptığım eğitimlerin neredeyse tamamında, katılımcılar çok da doğal olarak endişelerini dile getiriyorlar. Bu endişelerin hepsinde haklı olsak da, unutulmaması gereken önemli bir konu da, COVID-19 sonrası özellikle ülkemiz ile ilgili önemli fırsatların olduğu… Dolayısıyla bu yazımı, COVID-19 sonrası Türkiye ve fırsatlar üzerine hazırladım.
Global bir perspektif ile konuyu ele aldığımızda, Dünya’da toplam ithalatın (18.998 Milyar $) %53’ünün 10 ülke tarafından gerçekleştirilmekte olduğunu görüyoruz. Bu ülkeler incelendiğinde en çok ithalat yapan ülkelerin sırasıyla %14 ABD, %11 Çin, %7 Almanya, daha sonra Japonya, Birleşik Krallık, Hollanda, Fransa, Hong Kong, Kore ve İtalya olduğunu gözlemliyoruz .
COVID-19 ile birlikte özellikle belirli alanlarda bölgeselleşmenin çok daha fazla önem kazandığı ve kazanacağı rahatlıkla söylenebilir, yani artık tek alternatifli tedarik zincirlerine olan bağımlılığın ortadan kaldırılması, stratejik bir öncelik haline gelmiştir -COVID-19 yeni bir kriz olsa da Çin’deki tedarik zinciri riski yeni değildir. Dünyanın en büyük iki ekonomisi Amerika ve Çin arasındaki Ticaret Savaşları kapsamında zaten birçok üretici bu konuda farklı önlemler almaya başlamışlardır-. Bu trendin en hızlı hayata geçme şekli ise üretimin alternatiflerinin ortaya koyulması (çoklu tedarik) ve yakın coğrafyalara taşınması olacaktır. İşte tam da bu noktada Türkiye, özellikle büyük ithalat yapan ülkeler ile ilişkileri ve coğrafi yakınlığı ile büyük avantajlara sahip bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Okumaya devam et →
Corona virüsü salgını, istisnasız dünyadaki tüm ülkelerin ekonomilerini alt üst etti. Bu durumun da kısa süre içerisinde düzelmesi pek de olası gözükmüyor. Ülkeler, bu kriz ile başa çıkabilmek için farklı önlemler aldılar. Tüm bu önlemler de özellikle ekonomik anlamda bir krizin tüm ülkelerde baş göstermesine sebep oldu. Doğal olarak tüm işletmeler, bu kriz karşısında farklı önlemler ile ayakta kalmaya çalışıyorlar…
Kriz, en basit haliyle “Bir ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran” olarak tanımlanabilir. Şu anda yaşadığmız Corona virüsü salgını kaynaklı kriz, her alanda iş hayatını etkiliyor. Ama kriz dönemlerinde, özellikle pazarlama alanında yapılacak manevralar ile ciddi anlamda krizi yönetmek mümkün olabilir.
Kriz zamanlarında belki de en büyük problem pazarlama, çünkü tüketicilerde talep azalıyor, harcama eğilimi düşüyor, üreticilere, ürün ve hizmetlere olan güven azalıyor. Üstelik mevcut Corono virüs salgını sebebiyle insanların salgının yayılmasını önlemek amacıyla evlerine kapanmaları işlerin neredeyse durma noktasına gelmesine neden olmuş durumda.
Çok uzun zamandır, pazarlama ve pazarlamacılar insanın en temel dürtüsünü temel alarak sistemler geliştirdiler; sahip olmak. Fakat yeni dünyada belki de insan ile ilgili en temel değişim tam da burada yaşandı; yeni dünyadaki tüketici sahip olmak yerine kullanmayı tercih ediyor!
Bu temel model, çok hızlı bir şekilde tüm dünyada benimsendi; yeni müşteriler arabaya sahip olmak yerine, arabayı sürüp istediği yere gitmek, bir müzik albümünü almak yerine istediği zaman albümün içindeki parçayı dinlemek, yazlık almak yerine istediği bir tatil belgesinde bir başka kişinin evini bir süreliğine kullanmak istiyor[1]. Günümüzün tüketicileri bakımın güçlükleri yerine erişimin avantajlarını tercih ediyorlar. Üstelik abonelik ekonomisinde sınır yok; konaklama (AirBnB), ulaşım (Uber), araç kiralama (Yoyo), giyim (Stitch Fix), abiye giyim (Rent the Runway), tıraş bıçakları (Dollar Shave Club), makyaj ürünleri (Birchbox), yemek (Blue Apron), sesli kitap (Audible), televizyon (Vestel)*, servis taşımacılığı (Volt Lines), kullanım alanı (Kollektif House), teknoloji ürünleri (Grover), film (Turkcell TV+), Bulut depolama (Dropbox)… Tüm bunlar abonelik ekonomisini iş modellerine uygulamış ve başarılı olan şirketlerden bazıları. Kısaca, dünya ürünlerden hizmetlere geçiyor.
MediaCat ve Ipsos işbirliğiyle gerçekleştirilen Lovemark araştırması markanın zihin payı, duygusal olarak yakınlık derecesi, beklenti ve ihtiyaçları karşılama düzeyi ile asla bırakılamayacak kadar sevilip sevilmediği dikkate alınarak modellenen bir hesaplama ile gerçekleştiriliyor.